sarabin tarihcesi

İçki, Şarap

Şarabın Tarihçesi

Arkeolojik kazılarda ortaya çıkan eski kentlerde, yığınlar halinde üzüm çekirdekleri bulunmuş, çekirdekler üzerinde yapılan incelemer ve analizler bunu doğrulamıstır. Şarap, sekiz bin yıllık serüven dolu yolculuğunda insanoğlunun ufkunu açmış, tutkularıni alevlendirmiş, kimi zaman üzüntüye boğmuş, kimi zaman da karşılaştığı felaketlerin reçetesi olmuştur .

İşte bu yüzden Antik dünya, şaraba, yaşamını sağlamak için gereken diğer besinlerden daha fazla önem vermiştir. Dinsel bir tema olarak algılanan şarap, her toplumda bir de şarap tanrisı var olmasına neden olmuştur. Mısırlılar tanrılarina Osiris, Yunanlılar Dionysos, Romalilar ise Bacchus (üzüm tanrısı) adını vermişlerdir. Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarından Tevrat ve İncil’in büyük tufanı anlatan bölümleri başta olmak üzere, çeşitli bölümlerinde asma ve şaraptan sıkça söz edilmektedir. Hiristiyanlar, şarabı İsa’nın kanı, Tanrı’nın lütfu olarak kabul etmişlerdir. Büyük tufandan sonraki olaylarla başlayan İncil’de, Nuh Peygamber’in kültüre aldığı bitkiler arasında asmanın öneminden bahsedilmektedir.

Nuh Peygambere atfedilen bir efsanede, Nuh Peygamber, tufandan sonra hayvanlar ile Ağn Dağı eteklerinde yaşamaya başlar. Karinlarini doyurmak üzere civarda dolaşan hayvanlardan keçinin, bir gün olağanüstü neşeli döndüğünü görür. Bu hal günlerce devam edince Nuh Peygamber keçisinin peşinden giderek, durumun yediği bir meyveden kaynaklandığıni keşfeder. Kendisi de bu meyveyi çok beğenir ve hayatı pespembe gösteren üzüm suyunun müptelası olur. Nuh peygamberi mutlu gören şeytan, onun neşesini kıskanarak, alevli nefesi ile asmaları kurutur. Nuh Peygamber üzüntüsünden yataklara düşünce, efsane bu ya, şeytan insafa gelip, bu meyveyi yeniden canlandırmak için ne yapılması gerektiğini söyler. Eğer meyvenin kökü açılır ve hayvanlardan yedisinin kanı ile sulanırsa, asma canlanacaktır. Aslan, kaplan, köpek, ayı, horoz, saksağan ve tilkiden oluşan kurbanlar seçilip, üzüm, kanları ile sulanir ve bir yl sonra bitki tekrar canlanır, yaprak ve meyve vermeye başlar.

İşte bu nedenden dolayı efsaneye göre, şarapla sarhoş olan kimsenin davranışlan incelendiğinde bu yedi hayvanın karakterini taşiyan haller görülür. Kah aslan gibi cesur, kâh kaplan gibi yirticı, ayı gibi kuvvetli, köpek kadar kavgacı, horoz gibi gürültücü, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olurlar. Şarapla ilgili buna benzer pek çok efsanenin anlatıldiğı yer olan Anadolu, aslinda bağcılığın ve şarapçılığın da anavatanıdır.

Bağcılığın belgelere dayali gerçek tarihi ise Anadolu uygarlıkları ile iç içedir. MÖ. 2000 yıllarında Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya gelerek 600 yıllık büyük bir uygarlık yaratan Hitler için, buğday ve arpa yetiştiriciliğiyle birlikte bağcılığın önemini anlatan çok sayıda arkeolojik buluntu günümüze ulaşmıştr. Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bu döneme ait altın içki kaplarının yanı sıra, çeşitli hayvan figürlerinden oluşturulmuş toprak ve seramik içki kaplan çok değerli örneklerdir. Ayrıca, bu döneme ait kaya resimleri ve heykellerde üzüm ve şaraplı figürlerin yer alması, Hitit kanunlarında bağlarn ve ürünün korunmasına yönelik özel hükümlere yer verilmesi, Boğazköy metinlerinde kuru üzümden bahsedilmesi sosyal ve ekonomik açidan Anadolu bağcılığının önemini günümüze taşıyan diğer belgeler olarak karşımıza çıkıyor.

Hititlerin ardından Anadolu, çeşitli uygarlıklara yurt olmaya devam etmiştir. Bunlardan Frigya ve Pers uygarlıkları ile Helenistik dönem boyunca bağcılık önemini korumuştur. Ankara’nın tarihi isimlerinden “Ancyra”, eski Yunanca’da “koruk”, Farsça’da ise “engürü” üzüm anlamına gelmektedir.

Anadolu, Türklerin yurdu olduktan sonra da (MS 11. yy.), bu topraklarda bağcılık gelişmesini sürdürmiştür. Türkler diğer Müslüman toplumlarin aksine, egemenlikleri altindaki Hıristiyan gruplarin şaraplık üzüm yetiştiriciligini engellemedikleri gibi, Avrupa için çok farki ve yeni olan sofralık üzüm yetiştiriciliği Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Balkanlar’dan italya, Fransa ve ispanya’ya kadar yayılmıştır. Selçuklu ve Osmanti süslemelerinde asma yaprağı ve üzüm salkımı önemli figürler olarak yer almıştır.

Bağcılık kültürünün Anadolu’nun doğusundaki yaylışı, Mezopotamya üzerinden Nil deltasına dogru olmuştur . Eski Mısır’da Dördüncü ve Altıncı Sülale (MÖ 2440 ve MÖ 1400 ) zamanında, bagcılığın ve şarap kültürünün üst düzeyde olduğunu gösteren mozaikler bulunmaktadır. Babil Kralı Hammurabi’nin MÖ 1700 yılına ait ünlü kanunlan arasında, şarap ticareti ve tüketimini düzenleyen maddeler bulunmakadır. Daha doğuda, Çin’de, Anadolu’dan gotürilen bitkisel materyallere Han Sülalesi döneminde (MÖ 2000) başlayan bağcılık ve şarapçılık , daha sonra İmparator tarafından yasaklanmıştır .

Bağcılık kültürünün Anadolu’nun batısındaki yayılışında, Anadolu’dan Girit ve Ege adalarına göç ederek Minos Uygarlığı’nın (MÖ 2200-1400) kurulmasında öncülük eden Hititlerin büyük etkisi olmuştur. Bağ ve zeytin yetiştiriciliğinde ileri olduklanı kabul edilen Minos Uygarlığı’nın Girit’te başlattığı bağcılık, daha sonra Mora Yarımadası ve Trakya’ya yayılmıştır.

Deniz ticaretinin önde gelen toplumları olan Yunanlılar ve özellikle Finikeliler, bağcılık kültürünü Akdeniz’in batısına ( Kuzeybatı Afrika, Sicilya, Güney İtalya, İspanya ve Fransa) taşıdılar. Fransa’da ilk bağlar MÖ 500 yıllarında, Güney Fransa’ya yerleşen Yunanlı göçmenler tarafından kurulmuşsa da, bu ülkede bağcılığın gelişmesinde Romalılar daha etkili olmuştur (MÖ 1. yüzyıl). Roma İmparatorluğu’nun genişlemesiyle birlikte bağcılık Almanya’nın Ren Vadisi’ne ulaşmıştır. Bu dönemde, ülkeler arası şarap ticareti Romalıların hakimiyetinde kalmıştır. İmparatorluğun çöküşü ile birlikte, şarap ticaretinde önemli bir gerileme yaşanmışsa da, bu dönemde bütün Avrupa’da hızla yayılmakta olan Hristiyanlığın etkisi ile şarap ticaretinin yeniden geliştiği gözleniyor. Ortaçağ’da (MS. 500-1000) bağcılık ve şarapçılığın manastırların himayesinde olduğu görülmektedir.

16. ve 19. yüzyıllar arasında, Avrupa’da 30 Yıl Savaşları’nın Ren Vadisi’ndeki bağlara, 1709 ylındaki büyük don olaynın Fransa ve Almanya’nin kuzeyindeki bağlara büyük zarar vermesine ve 1868 de ilk olarak Fran- sa da hizla yayılan flokseraya rağmen bağclk, Avrupa’daki önemini ve gelişimini günümüze kadar müştür sürdür- Türkiye yas üzüm üretimi alanında dünyada 5. sirada yer almaktadir. Ancak, günümüzde mevcut bağların yal- nızca % 3’ü şaraplık üzüm olarak degerlendirilmektedir . Bunun sebebi olarak Osmanlı dönemindeki ıçkı yasak lan ve bu nedenle ortaya çikan şarapçıliktaki gerileme gösterilebilir. Üzüm yetiştirilmesi kaderinde yazıl olan bereketli Anadolu topraklan, Osmanli hakimiyetine girdiğinde, bağclık ve şarapçilikta gerileme başladi. Bu do- nemden itibaren sadece Rum ve Ermeni topluluklarinin temsil ettiği etnik azınlık grupları şarap ve hatta üzüm üretimiyle ilgilendiler. Dört yüzyli aşkin bir yasaklama dönemi süresince, binlerce hektarlık bağ rekoltesi, yerel üzümün sofrada tüketimi veya kuru Üzüm yapılmasıyla tüketildi. Ancak, bu noktada Osmanli’nın içki kültürü- nü yabana atmamak gerekmektedir. Kanuni, I. Ahmed, IV. Murad, Avci Mehmed,II. Selim dönemlerinde her ne kadar içki yasağı konulsa da , örneğin 1637’de yapılan nüfus sayimi sırasında İstanbul’da 160 meyhane ve 6000 civarında içki satan dükkan olduğu belirtiliyor. Tanzimattan sonra ba tililaşma hareketleri şarapçıliği canlandirnyor ve 1900’lerin başinda Avrupa baglan floksera hastaliği ile kivranırken, Osmanli 300 milyon litre şarap üretip, büyük bir kismini ihraç ediyor

[Oy sayısı: 0 Ortalama: 0]